Tiyatro camında Krek




İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından 2007’de restore edilip, Enerji Müzesi’ne dönüştürülen Silahtarağa Elektrik Santrali Türkiye’nin önemli çağdaş tiyatrolarından birinin de mekânı artık. 1999’da Berkun Oya ve Ali Atay tarafından kurulan Krek Tiyatro Topluluğu, 11 yıllık “gezici” dönemin ardından, eski santralin 1 Numaralı Tamir Atölyesini, haftanın dört günü oyun sergilenen bir tiyatroya dönüştürdü. 65 kişilik salonu sadece sergilenen performanslarla değil, sahneyi bir camla seyirciden ayıran tasarımı ve izleyenlere sesi kulaklıkla ulaştırmasıyla kendinden söz ettireceğe benziyor.

Krek oyuncularının çoğu (Ali Atay, Ülkü Duru, Bartu Küçükçağlayan, Canan Ergüder, Onur Ünsal,…) seyircinin ekrandan ve beyaz perdeden tanıdığı isimler. Tiyatronun genel direktörlüğünü üstlenen Berkun Oya (34) ise, oyunları yazıyor ve yönetiyor.

Berkun Oya ile kuruluşundan bugüne Krek’in gelişim sürecini ve “yerleşik hayat”a geçtiği santralistanbul’daki yeni salonunu konuştuk.

Mimar Sinan’dan mezun olmanız ve Krek’in kuruluşu aynı zamana denk geliyor. Nasıl ve ne zaman oluştu Krek ?
1998’de okul bitirme oyunuyla beraber kendi oyunumuzun provasını da yapıyorduk. O yüzden aslında nerdeyse okulla birlikte kuruldu. O zaman adı Krek değildi ama biz kendi tiyatromuzu yapmaya başlamıştık Ali Atay’la beraber. Yeni mekânımıza kadar olan süre içinde sabit bir yerimiz olmadı. O nedenle bizim için de her şey çok yeni. Böyle düzenli, haftanın dört günü ve aylık programlarla oyun oynamak falan bizim için de oldukça havalı ve eğlenceli bir durum. Aslında biz hiçbir zaman tiyatro kurma fikriyle hareket etmedik. Tiyatronun adı bile yoktu uzun bir zaman. Logo yaptırmayı ilk düşündüğümüzde tasarımcının üzerinde çalışacağı bir isim bile yoktu. Bu işi şöyle hallettik: Şimdi ismini bile hatırlamadığım bir kitabı rastgele açtım. Gözümü kapatıp başparmağımı bir sayfanın üzerine koydum. Parmağımı koyduğum yerde “krek” yazıyordu.

Neden ayrı bir tiyatro kurmak istediniz?
Konservatuarda oynadığımız oyunlardan sıkılıp bir şey yazdım ve Ali’yle onu oynadık. Öyle bir şeyin de örneği pek yoktu o zaman. Hocaların bu oyunu reddetmesi ve negatif bir etki yaratması da yüksek bir ihtimaldi. O yüzden de bir yazar ismi uydurduk Mario Coupeq diye. “Polonyalı bir yazarın oyunu bu hocam” diyerek bir süre var olmayan bir yazarın oyunlarını oynadık. Sonrasında da o oyunları yazmaya devam etmek ve sahnelemek fikriyle doğdu Krek.

Aralık 2010’da santralistanbul’da açtığınız ve topluluğa ait ilk salondan bahsedelim. Buraya gelişiniz nasıl oldu?
Deli gibi mekân aradık 11 yıl. O kadar çok şey oldu ki mekânla ilgili hepsini hatırlamam bile mümkün değil. Sözler verildi, tutulmadı. Ama 11 senenin sonunda olabilecek en iyi yer oldu Santral. Şu an keyfimiz çok yerinde. Bize verilen çok büyük bir imkân gibi görüyoruz ve üstüne titriyoruz. Uzun zamandır aklımdaydı burası; buradaki insanlarla da görüşüyorduk zaten. Ama onlar beni az tanıyorlardı, ne yapmak istediğimi tam olarak bilmiyorlardı. Buradaki insanları böyle bir şey yapmamızın iyi bir şey olacağına ikna etmemiz zaman aldı. Hiçbir şey pat diye olmadı. Ama ben 11 yıldır mekân ararken sabırlı olmaya o kadar alışmıştım ki, her şeyin iyi olması için çok ince çalıştık. Umarım herkes de memnundur.

Kampüsle iletişiminiz ne durumda?

Kampüsle çok fazla iletişimimiz yok. Aslında manyak gibi “biz geldik hop hop” diye toplar çeviren tipler olmak istemedik de. Apartmana yeni taşınan biri “Merhaba biz 3 numaraya yeni taşındık” diyerek kekler börekler getirme durumundan hiç hoşlanmadığım için biraz daha yavaş olmasından yanayım her şeyin. Afişleme işine bile yeni başladık. Ama bundan sonra biraz daha artacak. Beni en çok ilgilendiren bu kampüsteki insanlar çünkü. Sesimiz yüksek çıkarsa rahatsız olacaklar da onlar, çok güzel bir şarkı söylersek de kapıyı çalıp “dinleyebilir miyiz” diye soracak olanlar da. O yüzden iyi ve çekici komşu olmak önemli bu açıdan. İnsanlar sadece oyun izlemek için de değil, öğrenciler ya da çalışanlar gelsinler, burada vakit geçirsinler istiyoruz.

Cam arkasından ve kulaklıkla oyun izletme fikri nereden çıktı peki?
Güzel Şeyler Bizim Tarafta oyunuyla uygulamaya başladığımız bir sistem. Benim kafamda epey zamandır olan ve ancak kendi mekânımızda gerçekleşebilmesi mümkün olan bir şeydi. O yüzden de hemen uyguladık buraya gelince. En basitinden algı ve konsantrasyonla ilgili fevkalade artıları olduğuna inanıyorum ve seyircinin tepkilerinden de bunu görüyorum. Çünkü yıllar içerisinde tiyatroyu yaparken değil izlerken de tiyatro binalarında beni rahatsız eden çok fazla şey olmuştur. O farklı renkler, spotlar, seyircinin sesi, ezan, pet şişe, cep telefonu… O konsantrasyonu dağıtabilecek her şey vardır. Ona rağmen o sahnedekini izlersin. Ama bizim sistem bunu bıçak gibi kesiyor. “Camla seyirci uzaklaşıyor mu?” diye soruyorlar. Mümkün değil öyle bir şey. Kulaklıkla o kadar çok yaklaşıyor ki; camla istediği kadar uzaklaşsın. Kulaklıkla oyuncunun karın gurultusunu duyuyor. Oradaki cam bir duvar olarak değil.

Mikrofonlu sistemin çalışabilmesi için sahnenin ayrılması lazım ki sadece o sahne odasının sesi seyirciye verilebilsin. Ben o sinematik algıyı,o kadrajla çalışmayı seviyorum. Tiyatro ışığını hiçbir zaman sevmedim zaten. Bende hep “Hisseli Harikalar Kumpanyası” etkisi yarattı ki o kafada olan bir adam da değilim. O yüzden o 16:9 kadrajla çalışmak, tiyatro spotu kullanmamak, sadece soğuk ışıkla çalışmak, bizim kafamızdaki tiyaroya uygun olan şeyler. Ama yarın bu mekanda bambaşka bir şey de olabilir o ayrı. En azından iki sezon var olan oyunları bu tasarıma adapte etmek ve oyunları bu tasarımla sahenelemek istiyoruz.

Seyircilerin tepkisi nasıl buna karşı?
Seyircilerden de olumlu tepki alıyorum. Çünkü bir deneyim var sonuçta burada ne olursa olsun. Hayatı boyunca slip mayoyla denize girmiş birine “Bak artık modası geçti, şu şortu bir dene” demekle aynı şey. Arada hiçbir fark yok. Ve onunda “Aa evet bu şort fena değilmiş” hissiyle paralel bir tepki alıyoruz. Yeni ve kullanılabilir bir şeyle karşılaşmanın, “Oyuna çok daha hakimim” hissinin keyfini yaşıyorlar. Çünkü insanlar tek başlarına kalıyorlar oyunu izlerken ve bu da bizim istediğimiz bir şey. O kulaklıktan yine birbirini duyuyorlar ortak tepki verebiliyorlar. Ama normalde tiyatroda asla işitilmeyecek, en aşağı seviyedeki sesleri bile duyabiliyorlar ve oyuncular da pazarcılar gibi bağırmak zorunda kalmıyorlar. Tiyatro sesiyle oynanmaması da benim önceliklerimden biriydi. Böylece bu da olmuş oldu.

Oyunlar nasıl ortaya çıkıyor?

Bazen öyle bir şey oluyor ki bir kumaş renginden yükselip kendimi bir şey yazarken buluyorum. Bazen vapurda giderken bir isim buluyorum ve bunun altını doldurabilecek bir oyun yazmak lazım diyorum. Bazense oyunu yazıyorum, adını bulmam altı ay sürüyor. Ama yazma esnasında farkediyorsun ki aslında yazdığın şey kafandaki değil. Hani sevgiline derdini anlatmak istersin ama bir türlü anlatamassın. Sonra alakasız bir anda “İşte bunu kastetmiştim” dediğin bir an olur ama o artık orada değildir. Sen de dersin “İşte bunları o an hatırlasaydım keşke.” Yazma süreci “İşte bunu kastediyorum”u o an yaşamak aslında. Ama öyle bir hazırlık süreci var mı bilmiyorum. En azından bende olmadı. Ama yaratamamanın gerginliğini çok yaşıyorum. Her seferinde hiçbir şey yazmamış bir adamın psikolojisiyle başlıyorum yazmaya ve bu inanılmaz yorucu bir şey. Kendimi oradan ayıklamaya çalışıyorum, “Yazıcaksın biliyorsun, kaç tane oyun yazdın daha önce” diye kendi kendime konuşuyorum. Ama bunun etkisi sadece yedi saniye falan sürüyor.

İnsanların tepkileri etkili oluyor mu peki yaratma sürecinde?
Bir oyun yazmak, bütün o insanlarla birlikte masaya oturduğun anlamına gelir. İlk dönem absürd dediler. Bayrak oyunundan sonra ise psikolojik gerilim diyorlar. Açıkçası başından beri tepkileri çok önemsemedim. Çünkü başka türlü yapamazsın. Başka türlü sen eğlenemezsin. Oyun yazarken bir metodum da, geçerli görmememe rağmen. kafamda insanların değerlendirmelerini dinlemek. Çeşitli değerlendirmeler olması hoşuma gidiyor aslında.

Radikal’deki röportajınızda “Yazıp beğendiklerimi siliyorum, geriye kalanlar oyun oluyor” diyorsunuz. Beğendiklerinizi silmek niye?
Yazarken ister istemez o şeyin merkezine oturuveriyorsun. Dışardan kendine değil; merkezden dışarı doğru yazıyorsun o yüzden öyle bir şey söyledim. Yazan kişinin biraz kendinden uzaklaşması lazım yazarken. Çünkü tehlikeli bir şey kendi yazdığını beğenmek. Hani bir dans pistinin ortasında çılgıncasına dans etmek değil de biraz köşeye çekilip, barda oturduğun yerden dans pistini izlemek lazım.

Peki şu anda sadece bir tiyatro mu Krek?
Krek’in yaptığı başka şeyler de var. Film de yapıyor, kitap da basıyor. Krek’le yapmak istediğimiz daha güzel şeyler var ama yavaş yavaş olacak hepsi. Şu an bizim için en önemli şey mekan ve mekandaki tiyatro ama daha da fazlası olacak imkanlarla paralel olarak.

Bomba, İKSV Salon’da da devam ediyor. Hoop Gitti Kafa ve Güzel Şeyler Bizim Tarafta burada sahneleniyor. Bu sezon yeni projeler olacak mı?
Bu sezon yeni bir oyun daha çıkar mı bilemiyorum gerçekten. Hoop Gitti Kafa ve Güzel Şeyler Bizim Tarafta zaten bu sezonun oyunları; onlar devam edecek. Bomba’yı İKSV’de bitiririz herhalde ve onun yerine yeni bir kısa oyun İKSV’de sahneleyebiliriz. Ama yeni bir oyun belki bahara doğru çıkabilir. İmkanlar dahilinde düşünüyoruz her şeyi.

“Tiyatro camında Krek” üzerine bir yorum

Yorumlar kapalı.