Alman coğrafya dergisi GEO’nun fotoğrafçıları “Gezegenin Binbir Yüzü” sergisinde dünyayı anlatıyor. Bu dünyada Türkiye yok. santralistanbul’da açılan fotoğraf sergisinin ortak küratörü Orhan Cem Çetin, bügüne kadar pek çok fotoğrafçı yetiştiren, fotoğraf konusunda Türkiye’nin önde gelen akademisyenlerinden. Çetin’le bu sergi ve Türkiye’deki belgesel fotoğrafçıların neden dünyaya açılamadığı üzerine konuştuk.
Yelda Ülker
santralistanbul, “Gezegenin Binbir Yüzü” başlıklı fotoğraf sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergide Alman coğrafya dergisi GEO için çalışan 32 fotoğrafçısının 67 fotoğrafı yer alıyor. 9 Temmuz’da açılan sergi, 30 Temmuz’a kadar açık.
“Gezegenin Binbir Yüzü”, 30 yılı aşkın süredir yayınlanan GEO’nun birçok ülkeyi dolaşan gezici sergisi. Serginin Türkiye küratörlüğünü, Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Öğretim Görevlisi Orhan Cem Çetin yaptı. Çetin, derginin Türkiye konularının fotoğraf editörlüğünü de yürütüyor.
GEO Kasım 2005’ten beri Türkiye’de de yayınlanıyor. Ancak gerek bu sergide ve gerek GEO’nun da başarıyla temsil ettiği belgesel fotoğraf yayınlayan uluslararası dergilerde Türk fotoğrafçıların işlerine rastlayamıyoruz. Oysa pek yabancı fotoğrafçı, dünya basınının giderek daha çok ilgilendiği Türkiye’de çalışıyor. Ve ortaya koyduğu çalışmalar dünyanın önde gelen dergi ve gazatelerinde yayınlanıyor.
Türk fotoğrafçıları dünya vitrinine çıkma konusunda başarısız mı?
Çetin bu görüşe katılmıyor. Ona göre ülkemizde fotoğraf eğitimi, diğer pekçok ülkeye kıyasla daha geç yapılandığı için fotoğrafçıların uluslararası arenada kendini göstermesi biraz daha zaman alacak.
Orhan Cem Çetin ile “Gezegenin Binbir Yüzü” sergisi örneğinde, Türk belgesel fotoğrafçılığı üzerine bir söyleşi yaptık.
Sergide doğadan, teknolojiye, kent yaşamından, biyolojik çeşitliliğe uzanan çok geniş yelpazede fotoğrafları bir arada görüyoruz. Tüm bu fotoğraflar sizce ortak bir şey söylüyor mu?
Evet, kesinlikle söylüyor. Serginin temel mesajı, dünya üzerinde tüm alanlardaki olağanüstü kültürel ve görsel çeşitlilik, farklılık ve dünyayı yaşanabilir bir yer olarak korumanın yolunun, bu farklılıkları törpülemek ve ortadan kaldırmak değil, tam tersine korumak ve bu zenginliğe sahip çıkılması gerekliliğidir. GEO’nun yayın politikası da bu temel önerme üzerine kurulmuştur.
Seçki neye göre yapıldı? Daha önceden hazırlanan bir projede serginin küratörü olarak sizin ne yönde bir katkınız oldu?
Seçki, merkezi Almanya’da bulunan derginin arşivlerinden daha önce derlenmişti. Az önce söz ettiğim çeşitliliğin görülebilmesi, her fotoğrafın bir tablo estetiğine sahip olması ve içeriğin sürprizli, şaşırtıcı olması kıstaslar arasında. Bu bir gezici sergidir ve dünyayı dolaşmaktadır. Ben daha büyük bir havuzdan, Türkiye’deki izleyici için daha da çarpıcı ve bilgilendirici olacağını düşündüğüm 67 fotoğrafı seçtim. Ayrıca diğer ülkelerde afişte ve duyurularda başka bir fotoğraf kullanılıyorken, ben Peter Ginter’in Norveç’te ışık terapisi alan insanların göründüğü fotoğrafını tercih ettim. Bunun dışında, santralistanbul’daki sergilemede sıralama bana aittir. Diğer ülkelerde fotoğraflar temalara göre kategorize edilerek sergileniyor. Çeşitliliğin daha çarpıcı bir biçimde göze çarpması için ben karışık bir dizilişi tercih ettim. Ancak bir fotoğraftan diğerine geçerken ortak olan biçimsel ya da kavramsal unsurlar olmasına dikkat ettim.
Sergininsantralistanbul’da açılmasının nedeni siz misiniz?
Hayır, benim hem santralistanbul hem de GEO ekibinde olmam tümüyle rastlantıdır. Açılışından bu yana santralistanbul birçok sanat etkinliği için hemen akla gelen son derece cazip, gözde bir mekân. Kendi girişimlerimize ek olarak farklı kurum ve gruplardan çok sayıda sergi ve etkinlik başvuruları geliyor. GEO sergisi de bunlardan biriydi. Ancak benim aynı zamanda GEO Türkiye’nin künyesinde “Yerel Konular Fotoğraf Danışmanı” olarak yer almam, haliyle süreci hızlandırdı ve kolaylaştırdı.
Sergiyi gezerken fotoğraflardan çok etkileniyoruz ve kendi çektiğimiz fotoğraflarla kıyaslayınca asla bu kadar “güzel”ini üretemeyeceğimizi düşünüyoruz. Sanki o fotoğraflar bir başka gezegende çekilmiş gibi geliyor. Bu fotoğrafları çekmek gerçekten çok mu zor?
Evet, tabii ki çok zor, zira bu görüntülerle ev ile iş arasında gidip gelirken ya da hafta sonu gezmesi sırasında karşılaşamazsınız. Bu fotoğrafçılar, sergide gördüğünüz fotoğrafların her birini bir proje olarak çalışıyorlar. Her karenin arkasında müthiş bir çaba, olağanüstü özveri, doğru zamanda doğru yerde olma sezgisi, gazetecilik vasıfları, profesyonelce seçilmiş donanım ve bu işe adanmış bir hayat var. Her kare, aynı konu hakkında çekilmiş yüzlercesinin, binlercesinin arasından titizlikle seçiliyor. Teknik ve estetik boyutlara değinecek olursak, fotoğrafçılığın 4 yıl eğitimi verilen bir meslek olduğunu da unutmamak gerekir. Nasıl ki avukat ya da cerrah olmak için uzun ve zorlu bir eğitim sürecinden geçiyor ve sonrasında da ilk elde ancak vasat bir avukat ya da cerrah oluyorsunuz, aynısı fotoğrafçılık için geçerli. Bu süreçten geçmeyi göze alan herkes uzunca bir süre sonra bu kadar “güzel” fotoğraflar çekmeyi başarabilir. Fotoğraflardaki gezegen ise, gerçekten bizim gezegenimiz. Tanıdık görünmemesi doğal, zira bu şaşırtıcılık serginin kurgusunda yer alan bir ön koşul.
Bildiğimiz kadarıyla GEO’nun uluslararası fotoğrafçıları Türkiye’de de konu çalışıyor. Ancak sergide Türkiye’den bir fotoğraf yer almıyor. Aynı şekilde derginin yabancı baskılarında kolay kolay Türk imzasına rastlamıyoruz. Bunu neye bağlayabiliriz?
Sergide yer almayan birçok ülke var. Bu Türkiye’nin ya da diğerlerinin dışlandığı anlamına gelmesin. Konunun hacmine kıyasla, serginin kapasitesi fazlasıyla küçük. GEO’nun Türkiye ile bağlantısı, Türkçe baskısının yayımlanması da çok eskilere dayanmıyor. İlk sayı Kasım 2005 tarihli. Bir süre sonra Türkiye’de üretilen röportajların GEO’nun diğer ülkelerdeki baskılarında da yer alacağından kuşkum yok.
Türkiye’de GEO seviyesinde çekim yapabilecek fotoğrafçı bulmakta zorlanıyor musunuz?
Hayır, fazla zorlanmıyoruz. Üstelik çalışabileceğimiz birikime sahip fotoğrafçıların sayısı her geçen gün artıyor. Evet, Türkiye’de üniversite düzeyinde fotoğraf eğitimi ne yazık ki çok eskilere dayanmıyor. Bu nedenle belki Almanya veya diğer gelişmiş Avrupa ülkelerine kıyasla belli bir birikime, belli bir disipline sahip fotoğrafçıların sayısı, başka alanlarda da olduğu gibi, bizde daha az. Üstelik bu ülkeler fotoğraf teknolojisi üreten, büyük projeleri finanse edebilecek bütçelere sahip kurumların bulunduğu ülkeler. Bu nedenle, insan kaynakları ile ilgili farklar olması kaçınılmaz. Ancak dergide yerel konulara ayrılan yer itibariyle ve aynı dili konuşabildiğimiz fotoğrafçıların sayısının, fotoğraf okulları mezun verdikçe artıyor olması sayesinde büyük bir zorluk yaşamıyoruz. GEO için Türkiye’de üretilen fotoğrafların kalitesinden hoşnutum. Keşke daha büyük, daha uzun zamana yayılmış projeleri biz dergi olarak destekleyebilsek.
Bilgi Üniversitesi görsel iletişim tasarımı bölümünde fotoğraf dersleri veriyorsunuz. Aynı zamanda GEO dergisinin yurtiçi konularında fotoğraf editörlüğü de yapıyorsunuz. Bir anlamda, gelecek yıllarda bu dergide de çalışma ihtimali olan gençleri yetiştiriyorsunuz. Onlardan bu yönde bir beklentiniz var mı? Varsa nasıl yönlendiriyorsunuz?
Benim İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi iken, aynı zamanda sahayla bağımı koruyor olmam önemli. Derslerde, dergi için çekilmiş setlere birlikte bakıyor, fotoğrafçıları konuk olarak davet ediyor, bir fotoröportajın tüm hikâyesini güncel örneklerle içeriden aktarma şansını bulabiliyorum. Fotoğraf ve Video Programı bu yıl ilk kez mezun verdi. GEO, öğrencilerimiz için kuşkusuz öncelikli bir mecra olacaktır. Mezunlarımızdan çok yüksek beklentilerimiz var, bölüm olarak kendimizden olduğu gibi.
Derginin Türkiye konularını yaparken kriterleriniz nelerdir?
Konulara esasen Genel Yayın Yönetmeni Melih Kafa karar veriyor. Önerilen konunun görsel olarak zenginlik taşıyıp taşımadığına, eldeki konunun çarpıcı fotoğraflara vesile olup olamayacağına ise ben karar veriyorum. Daha sonra konunun doğasına bakarak fotoğrafçıyı belirliyoruz. Verilen brief doğrultusunda fotoğraflar çekiliyor ve son eleme için bana geliyor. Güncel, kamuoyunu ilgilendiren, ya da tersine bilinmeyen, küçük bir topluluk ya da coğrafya içinde kısıtlı kalmış konuları gün yüzüne çıkarmaya çalışıyoruz. Konuların sosyal sorumluluk boyutuna önem veriyoruz. Ancak görsel zenginlik, çarpıcı fotoğraflar üretilebilmesi potansiyeli, derginin mevcut konseptinden dolayı çok önemli bir kriter.
Ami VITALE, Andreas TEICHMANN, Berthold STEINHILBER, Catherine MILLET, Christoph GERIGK, Christopher PILLITZ, Christian ZIEGLER, Christophe CALAIS, Danielle & Olivier FOLLMI, Esko MANNIKKO, Eric VALLI, George STEINMETZ, Georg GERSTER, Heiner MULLER-Elsner, Ingo ARNDT, Louie PSIHOYOS, Zeng NIAN, Renaud DENGREVILLE, Roman BEZJAK, Raymond MEIER, Rainer DREXEL, Peter BIALOBRZESKI, Peter GINTER, Peter MENZEL, Pascal MAITRE, Philip PLISSON, Philippe BOURSEILLER, Thomas ERNSTING, Uwe GEORGE, Vadim GIPPENREITER, Wilfried BAUER, Yann LAYMA.
1960 yılında İstanbul’da doğdu. 1982 yılında Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldu. 1988 yılında elde renklendirilmiş kâğıt negatif baskılardan oluşan ilk kişisel sergisi “Tanıdık Şeyler”i açarak alternatif yaklaşımıyla dikkat çekti. Bugün hayatını fotoğraf eğitmenliği, fotoğrafçılık ve fotoğraf teknolojisi alanında danışmanlık yaparak kazanan ve halen İstanbul Bilgi Üniversitesi iletişim Fakültesi Fotoğraf ve Video programında öğretim görevlisi olan Çetin, 1985 yılından bu yana fotoğraf sektöründe satış yöneticisi ve teknik yönetici olarak da görev yapmış ve yurt dışında çok sayıda eğitim programına katıldığı gibi, kendisi de hem Türkiye’de hem de yurt dışında birçok kez atölyeler gerçekleştirmiştir. 1980’lerin sonlarından bu yana Türkiye’de fotoğraf eğitimine İstanbul Üniversitesi iletişim Fakültesi, Yıldız Teknik Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Akademi İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Atölyeleri, İFSAK ve Galata Fotoğrafhanesi gibi farklı kurumlarda öğretim görevlisi olarak hizmet vermiş olan Çetin, fotoğraf editörlüğü, çevirmenlik ve fotoğraf yazarlığı da yapmakta, kişisel çalışmaları, denemeleri ve eleştiri yazıları çeşitli basılı dergilerde ve internet dergilerinde yayınlanmaktadır. Orhan Cem Çetin, kavramsal yönü ve disiplinlerarası yaklaşımı ağır basan sergi ve gösterileri ile tanınmaktadır. Orhan Cem Çetin’in 2000 yılında Karakutu Cep Fotoğraf Albümleri serisinden yayınlanmış “Renk’arnasyon” adlı bir mini-albümü ve 2004 yılında Okuyanus Yayınevi tarafından yayınlanmış “Bedava Gergedan” adlı bir kitabı bulunmaktadır.