Geçen hafta Tarafgazetesinin birinci sayfasından “batıyoruz” çığlığı yükseldi. Birinci yılını geride bırakan gazete reklam alamadığı için varolma savaşı veriyor. Kimi ses getiren haberlerini bir yana bırakırsak, iktidar partisine olan yakın duruşu nedeniyle eleştiriyi hak etse de, gazetenin, kendisinden az satanlara göre neredeyse hiç reklam alamaması çok manidardı. Benzer bir süreci kapatılan Noktadergisinin başına gelenler sırasında da görmüştük. Ya da yıllardır yayın yapmasına karşın, bizce sadece muhalif kimliğe sahip olmasından ötürü bir türlü büyük sermaye gruplarının reklamlarını göremediğimiz Evrenselve Birgüngazeteleri ile Kürtlerin çıkardığı yayınların reklam alamaması da benzer örneklerden. Uzun lafın kısası sistemin “tu kaka” dediğine büyük sermaye grupları hiçbir şekilde reklam vermiyordu. İster istemez aklımıza, “Burjuvazi bu ülkede görevini yapıyor mu?” sorusu takılıverdi. Avrupa’da kiliseyi zayıflatan, kralları deviren, özgürlükleri genişleten, devlet yönetimini sivilleştiren, aydınlanmayı gerçekleştiren burjuvazinin aksine; Türkiye’deki sermaye sınıfı pek bir kendi dalgasında ama hükümet ve asker arkasında göründü bize. Bu günlerde hem orduyu hem hükümeti eleştiren Tarafgazetesinin sınırlı sayıdaki reklamlarının da kesilmesi, başka bir ifadeyle sermaye sınıfının Taraf’a reklam vermekten imtina etmesi de bu durumu kanıtlar nitelikte. Buradan hareketle işçi sınıfı ve burjuvazinin tarihsel misyonlarını, Türkiye’deki durumu, orduyu, medyayı, patronları, ekonomiyi ve bunların birbirleriyle ilişkisini kimi yazılarında sıkça eleştiri konusu yapması nedeniyle Prof. Dr. Mehmet Altan’la konuştuk.
Batı’da sınıflar nasıl gelişti?
Avrupa’da sermaye birikimiyle ortaya çıkan burjuvazi ve tarımdan kovulmuş, emeğinden başka satacak hiçbir şeyi kalmamış proletarya doğdu. Biz ise sınıfların doğamadığı bir yapıdan geliyoruz. Bunun sebebi de feodalite ile Osmanlı toprak düzeni arasındaki fark. Bu düzen sermaye birikimini ve dolayısıyla sınıfların doğmasını engelledi. Feodal düzende ise büyük toprak sahipleri sermaye birikimi yapabildi. Bu nedenle bizde Marksizm ve liberalizm algılanamamıştır ve gelişememiştir.
İki modern sınıf olarak burjuvazi ve işçi sınıfının misyonu neydi?
Dönemlere göre oynadıkları roller değişti elbette. Burjuvazi başlangıçta çok devrimci bir sınıftı. Hem kiliseye hem krallığa karşı dövüştü. Sistemi modernleştirmesi, özgürlükleri genişletmesi, yığınları arkasına alarak mevcut yapıyı dönüştürmesi, o statik yapıyı akılcı, insan odaklı bir yeni yapıya çevirip aydınlanma sürecini başlatması çok önemliydi. Ama zaman içinde her devrimci unsur gibi burjuvazi de tutuculaştı, statükoyu oluşturdu. O değiştirmiş olduğu sistemin değişimini engelleyen bir muhafazakâr hale dönüştü.
Ve işçi sınıfı tarih sahnesine çıktı…
Evet; burjuvaziye karşı, değişim isteyen, işçi sınıfının hakkını-hukukunu savunan, sömürüye karşı bir yapı ortaya çıktı. Burjuvazi ve proletarya arasındaki büyük kavga da demokrasinin gelişmesini sağladı.
Burjuvazinin başardıklarını konuştuk, peki işçi sınıfının dünyaya kazandırdıkları neydi?
Lenin’in kurduğu Sovyetler Birliği de kapitalist sistemin hızla dönüşmesini sağladı. Kapitalist ülkelerdeki sosyal demokratlar, düzenin daha adil ve özgürlükçü olmasına, sistemin kendi içinde tavizler vermesine neden oldu. Ayrıca soğuk savaş dönemindeki uzay yarışı sayesinde sistem dönüştü ve teknoloji ihraç eder hale geldi.
“Devlet eliyle yaratılan zenginler”
Türkiye’de ortaya çıkan ya da yaratılan sermaye sınıfı demokratikleşme, şeffaflaşma, sivilleşme gibi görevleri üstlendi mi?
Bir kere bunlar ne kadar burjuva bunu sormak lazım. Sermaye birikimi yok. Onun geleneği, felsefesi yok. Aslında devlet eliyle yaratılan zenginler bunlar. Devleti dönüştürecek, demokratik taleplerle ortaya çıkacak halde değiller. Devletin uzantıları olarak ortaya çıkmış ve iç pazarı uzun süre sömürmüş, devlet desteğiyle ayakta kalmış bir grup. Bu ülkenin bütün büyük sermaye gruplarına bakın. Hepsi devletle içli dışlı işlerden geliyor. Piyasa dinamiklerinin ortaya çıkardığı unsurlar değil bunlar. Ancak 24 Ocak kararlarından sonra nispi bir değişimcilik, dönüşümcülük geliyor. Çünkü dışa dönük büyüme, ihracat başlıyor. Devlet olmadan da para kazanabilecek, dışarıdan para kazanabilecek unsurlar, dünyaya daha açık bir söylemi, devlete karşı nispi bir eleştiriyi dile getiriyorlar. Ama toplamda, bugün bile bunlar devletten çok korkan, yeryüzünün değişiminden yana olmak yerine bazı iç dengeleri çok fazla ciddiye alıp kollayan, hala ödlek, Ankara’dan bağını koparamamış, serpilse de reşit olamamış bir halde.
Türkiye burjuvazisinin demokratikleşmeden, sivilleşmeden, Ankara’nın gücünün kırılmasından çıkarı yok mu?
Elbette var.
Bunun farkında değiller mi?
Sen gerçekten yeryüzü standartlarında yarıştığın vakit bunların farkında oluyorsun. Aynı zamanda şöyle bir şey de var; hala iktidar bir grupla uğraştığında çok ağır hırpalayabiliyor. Bütün reformlara rağmen devletin ekonomik gücü ve siyasi gücü beraber hareket ediyor. Bunun sistematik kavgasını yapabilecek bir örgüt, bir parti yok. Sonunda herkes gelip devlete teslim oluyor.
Bu bağlamda Tarafgazetesinin 45 bin’lik net satışına rağmen reklam alamıyor oluşunu nasıl değerlendirmek lazım?
Bu ülke liberal Cavit Bey’i asmış, Mustafa Suphi’yi de öldürmüş. Hem de yakın bir geçmişte. Bu toprakların en parlak liberallerinden biri olan Cavit Bey’in astırılıp, Komünist Mustafa Suphi’nin boğdurulması tesadüf değildir. Peki, hem liberalizme hem Marksizme karşı bir sistem nasıl olabilir? Osmanlı toprak düzenine uygun, bürokratik, sarayın modern hali olan Cumhuriyet’i övmekle, desteklemekle, yaşatmakla örtüşen bir fikirsel yapı bu. Peki, bunu kim yapıyor? Kemalizm. Peki, Kemalizmin şampiyonluğunu kim yapıyor? Askeriye. Peki, Kemalizm sadece siyasi bir görüş mü? Hayır, aynı zamanda devletçilik. Yani devletin sahibi olan kesim Osmanlı’daki saray bürokrasisi. Zaten Cumhuriyet’i kuranlar da sarayın bürokratları, askeri bürokratlar. Cumhuriyet’i bir şekilde kendine göre yapan güç ordu. Burada askeriyenin siyasete karışması, oyunun kurallarını belirlemeye kalkması “normal” oluyor. Mesela e-muhtıra gecesi bazı televizyon kanalları muhtıradan yana tavır almışlardı. Türkiye burjuvazisinin demokrasi kavgası, 1700’lerin Fransız burjuvazisinin emekleme dönemine bile erişmemiş durumda. AB’yi falan destekliyorlar ama fiili demokratik bir kavgaya girildiğinde bundan uzak duruyorlar. Onun için, ben bunların hepsini ödlek olarak niteliyorum. Gerçekten Taraf’a büyük katkı sağlamaları lazımdı. Çünkü Tarafordunun da denetlenebilir olduğunu gösteriyor. Şimdi ordunun köpürüp, bağırıp çağırıp “biz kendimizi denetletmeyiz” demesi Batı burjuvazisi için kabul edilebilir bir şey değildir. Onlar, bunu çoktan geride bıraktı. Bugün yaşanan ordu denetlenecek mi, denetlenmeyecek mi meselesi. Ama Türkiye burjuvazisi bu konuda çok ürkek.
Ya Nokta dergisi deneyimi?
O da dehşet vericiydi, rezaletti. AKP için de söylemek lazım bunu. AKP nasıl sesini çıkarmadı? “Darbe Günlükleri”ni yazıp darbe planları yapanları değil, gazeteci Alper Görmüş’ü alıp yargıladılar. Bir başka rezalet de, askeri mahkemeden karar çıkması. Memlekette hala çift başlı yargı var. Burjuvazi bunu konuşmuyor, AKP konuşmuyor. Biz de bu AKP’den demokrasi bekliyoruz. Askeri Yargıtay ve Danıştay var. Bu, ben ayrı bir devletim demektir. Taraf’a “şu belgeyi gönderin, yoksa sizi gözaltına alıp tutuklarsak avukatınız da dosyayı göremeyecek” diye yazı gönderdiler. Böyle bir imkânları var hâlâ.
“Burjuvazi entelektüel değil”
Peki bir dolu holdingin yönetim kademelerinde emekli askerlere yer vermesini nasıl açıklayabiliriz?
Burjuvazi orduyu demokratik sınırlara çekmek yerine el altından ilişkilerini iyi tutma peşinde. Diyorlar ki: “Siz böyle konuşuyorsunuz ama Türkiye’nin reel koşulları farklıdır, kolay kolay da değişmez, biz iş adamı olarak günü idare edelim.” Nihayetinde Taraf’ı çıkartan ekibin amacı Avrupa standartlarında çağdaş ve özgür bir demokrasi. Bu burjuvazinin de çıkarına olan bir şey.
Burjuvazinin bu çıkar doğrultusunda hareket etmemesi irrasyonel değil mi?
Evet, kesinlikle irrasyonel. Bu irrasyonalite taşınabiliyordu, çünkü bunu halka ödettiriyorlardı, devlete ödetiyorlardı. Ama artık üretim biçimindeki dönüşüm ile bu da mümkün olmaktan çıkacak.
Bir patron için günlük olarak işleri yürütmek, uzun vadeli bir projeksiyona sahip olmamak sağlıklı mı?
İş adamlarının çok büyük bir bölümü devletle ilişkili. “Devlet benim uzağımda dursun” diyeni çok az. Yeryüzünden para kazanıp, içerideki dalgalanmadan etkilenmeyecek adamlar bunlar. Onlar da zaten kendi sağlıklı yapılarını kurduklarından, bu işlere bulaşmıyorlar. Hiçbiri sosyal yapıdaki sorunlardan dolayı, bir gün kendi işlerinin de etkileneceği kanaatinde değil. Bu daha beyinsel bir iş. Entelektüel değil bizim burjuvazimiz. O anlamda aristokrat değil. Esnaf mantıklı Akşam kasasını sayan adam gibi bakıyor. Bir derinliği yok. Bir sosyal bakışı yok.
Uzun vadeli çıkarlarını göremiyorlar mı?
Anlamıyorlar. Esnaflıktan geliyorlar. Bir iki kuşak öncen, baban bakkalsa neyi anlayacaksın?
Ama o insanların çocukları, torunları Amerika’da tahsil görüp, Türkiye’deki şirketlerinin başına geçmedi mi?
Türkiye’deki bütün bankaları satın alacağın paraya, dünyadan doğru dürüst bir bankanın yarısını alamıyorsun. Yani sermaye birikimi çok az.
“Koca ülkeyi iç sömürge olarak kullanmışlar”
Bu bağlamda sermaye sınıfından yöneticiler başarısız mı?
Herkesin Marks’tan bahsetmesi aslında ne kadar konjonktürel. Kriz olunca Marks’ı hatırlıyorlar. Her şey gündelik. Uzun vadeli bir bakış yok. Sosyolojik olarak hafifliyor yeryüzü. Magazinleşme had safhada. Bir çağ değişiminin getirdiği bütün patolojik vak’alar mevcut. E bir dünya markamız bile yok. Formula-1 İstanbul Grand Prix’ine sponsor bile bulamadılar. Böyle bir komedi olabilir mi? Üretim biçimi dönüşmeye başladı ve iş dünyasındaki statüko buna direniyor. Bu paraları, pulları kim bırakır. Koca ülkeyi iç sömürge olarak kullanmışlar, bırakmak isterler mi? Bu Tuzla’daki hadise olacak iş mi? Sadece seyrediyorlar. İstanbul’un Şişli’si ile Bingöl’ünYedisu ilçesi arasındaki gelir farkı 274 kat. Burayı resmen bölmüşler zaten. Ayrıca Türkiye çok kötü yönetiliyor. Kötü yönetilmekten de öte, rejimi “iç sömürge” rejimi. Faşizm var burada. Ve insanlar alışmış buna.
“Sınıf çıkarı”nın gereği değil mi bunlar?
Sanayi dönemin kavramlarıyla gelmekte olan nasıl analiz edilebilir? Marks’taki “üretim tarzı” nedir? İnsanın üretim aleti değiştiği vakit, onun tüm ilişkileri de değişir. Kas gücüne dayalı bir teknolojik modelden, beyine dayalı bir teknolojik modele geçiyoruz. Yeryüzünde artık emek dönemi bitiyor. “İşçileri sömüreyim” mantığıyla dünyayla rekabet edemezsiniz. Bu bizim burjuvazinin reşit olmaması, beyinsel üslubunun belli bir seviyeye gelmemesi ile alakalı. Dünya yüksek katma değer ve yaratıcılık üstünden başka bir noktaya gidiyor. “İşçileri sömürelim” mantığı geriliyor.
Bu yeni beyaz yakalı grup da emekçi değil mi?
Hayır. Sömürü fabrikada olur. Bill Gates insanları sömürerek mi para kazanıyor, geliştirerek mi? Adamın yazılım satabilmesi için senin bir bilgisayarının olması lazım. Bilgisayar alabilmek için de iyi bir gelirinin ve onu anlayacak beyinsel yapının olması gerek. Çin’deki fabrika işçisine satabilir mi yazılım? Satamaz. Ama satmak zorunda, yoksa sistem çöker. Demek ki onu geliştirecek, kalkındıracak, yaratıcı bir hale getirecek. Bilgi ekonomisinin farkı bu. Dünya buraya doğru gidiyor. Yoksa işçi sınıfı artık kayboldu, sömürü yok oldu, herkes refaha erişti demiyorum. Ama sanayi üretiminin ve işçi sınıfının istihdam içindeki payının küçüldüğünü de görmek lazım. Bir de bu iş sonunda enerjiye dayanıyor. Atom enerjisine geçildiği vakit insanları neden sömürmek zorunda kalalım? İşte statüko buna da direniyor.
Zenginin daha zenginleştiği, fakirin daha fakirleştiği söyleniyor. Katılır mısınız?
İnsanlık tarihinin en yüksek büyümesi son 30 yılda kaydedildi. Aynı zamanda büyüme her tarafa intikal ediyor. Mesela Facebook’u yapan 22 yaşındaki genç nasıl ortaya çıkabiliyor? Yaratıcı bir fikri olanın çok çabuk zenginleşme imkânının olduğu bir dönemdeyiz. Sanayi sonrası dönemi algılayanlar zenginleşirken, bu yeni döneme uyum sağlayamayanlarda bir gerileme söz konusu. Eski anlamda kapitalist sömürüden kaynaklanan bir durum değil bu.