Burak Kurtar
Birikim Dergisi’nden Ömer Laçiner Türkiye sağının solu hep “darbecilikle” itham ettiğini ama sağın kendisinin de fikir ve örgütlenme özgürlüğünün var olduğu bir demokratik ortama karşı ellerinden geleni artlarına koymadığını vurguladı.
Laçiner İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 12 Mart konulu panelde yaptığı konuşmada “o dönemde Türkiye’nin sağının takibindeki yayınların herhangi birinde bir tane hayırhak cümle göremezsiniz” dedi. Çok fazla yalan ve iftira altında olduklarını belirten Laçiner, o zaman sosyalizmin haklı bir eleştirisine bile “kesin yalan söylüyordur” gözüyle baktıklarını söyledi. Laçiner, “1960’ların genel mantığının Türkiye’ yi modern, demokratik, özgür yapmak isteyen bir cereyan olduğunu ve bunun Tanzimat’tan beri gelen bir çizgi olduğunu vurguladı. “Bu çizgi Türkiye toplumunun büyük muhafazakar ve anti modernist direncine rağmen bir şeyler yapmaya çalışıyor” diyen Laçiner, Bunun karşısında da ideolojik gücünü dinden alan bir cenahın daha olduğunu ve bu cenahın demokrasi herkese oy hakkı verdiğinde sandıkta galip geldiğini belirtti.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Araştırmaları Kulübü’nün düzenlediği “40. yılında 12 Mart” başlıklı sempozyumda 12 Mart 1971 askeri darbesi, darbe öncesi ve sonrası Türkiye’de yaşananlar tartışıldı. Santralistanbul Kampüsü’nde 29 Nisan günü gerçekleştirilen panelin göze çarpan konuları “Üniversite Özerkliği”, “Mamak Cezaevi”, “68 kuşağı ve 12 Mart’ taki Feminist Hareketler”di.
“Türkiye’de seçim sandığından sadece gericiler çıkıyor”
Milliyet Gazetesi’nden Hasan Cemal 12 Mart 1971’de 27 yaşında bir sivil olduğunu ve o zamanlar Türkiye’ de bir darbe ortamı yaratmak için çalıştıklarını anlattı. O tarihte Devrim Dergesi’nde deyim yerindeyse “fedai” yazı işleri müdürü olarak çalıştığını söyleyen Cemal, dertlerinin ortamı huzursuzlaştıracak, istikrarsızlaştıracak bir hava yaratıp darbeye yol açmak olduğunu vurguladı. O zamanlar Türkiye’de seçim sandığından sadece gericilerin çıktığı ve gericilerin çıkardığı seçim sandığına son vermeden Türkiye’nin kurtulamayacağına inandıklarını belirten Cemal, gerici üreten o sistemin Türkiye’ye neden uymadığını bir sürü yabancı kitaplardan, makalelerden özetlediklerini belirtti. Cemal, o tarihlerde Devrim Dergisi’nde yaptıkları çevirilerle Suriye’deki Esat Rejimi’ni, Libya’daki Kaddafi rejimi’ni bütün tek parti rejimlerini model olarak yansıttıklarını vurguladı. “12 Mart günü Demirel şapkasını alıp gitti ama onunla birlikte bizim takım da hapise gitti” diyen Cemal, Türkiye’de istedikleri devrimi yapamadıklarını ama gelen darbeyle Türkiye’de demokrasinin kolunun kanadının kırıldığını belirtti.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Murat Belge bu gün tartışlanlara bakıldığı zaman daha hala 12 Mart’ın ve birçok şeyin rayına oturtulmadığını belirtti. O dönemde hiçbir şeyin yazılamadığına, konuşulamadığına değinen Belge, art arda üç tane roman çıktığını ve bunların üçünde de ön planda olanın işkence olduğunu vurguladı. Bunun anlaşılır bir tarafının olduğunu söyleyen Belge, Türkiye’de bile daha önce görülmemiş ve yaşanmamış nicelik ve nitelikte işkence furyasının yaşandığına değindi.
Askeri rejime biat eden medya
Radikal Gazetesi’nden Oral çalışlar, 12 Mart’ın 12 Eylül’le karşılaştırıldığında veya 27 Mayıs’la karşılaştırıldığında yine de nispeten ufak tefek seslerin çıkabildiği, medyanın bir anlamda zaman zaman itirazlarının da sürdürebildiği bir ara rejim havası olduğunu söyledi. 12 Mart’ta esas olarak medyanın devletin kontorlü altında olduğunu belirten Çalışlar, TRT’nin Belki de en özerk olduğu dönemde bütün o özerk yöenticileri göz altına alındıklarını tutuklandıklarına dikkat çekti. Çalışlar,12 Mart olayında kendileri yargılanırken gazetecilerin gelip duruşmalarda yalnızca mahkeme tutanaklarının bir kısmını yayınlayabildiğini ve sıkıyönetimin izin verdiği ölçüde haber verebildiklerini vurguladı.
Medyanın askeri rejime biat ettiğini belirten Çalışlar, esas itibariyle o gün yargılanan solcuların ne kadar kötü, ne kadar felaket işler yaptığını yürütmekte ve bunu yansıttıklarını söyledi. “Ama bütün bunlara rağmen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamıyla ilgili bir kampanya yürütüldü” diyen Çalışlar, o kampanyanın metinlerinin gazetelerde yer alabildiğine değindi. Daha sonra kampanyaları yürütenlerin tutuklandığını anlatan Çalışlar, yine de 12 Eylül’le karşılaştırıldığında 12 Mart’ta nispeten çatlak seslerin çıkabildiği bir ortam olduğunu belirtti.
Bağımsız İletişim Ağı Bianet’ten Nadire Mater, o günden bugüne kadınların mücadelesinin güçlendiğini, ama yine de kamuoyunda hâlâ kadınları çok memnun eden gelişmeler yaşanmadığını vurguladı. Bütün ciddi konuların içinde kadınlara pek yer verilmediğine dikkat çeken Mater, kadınlara sadece kadın meselesini konuşmanın bırakıldığını söyledi. Diğer konuları yüksek siyaset olarak erkeklerin konuştuğuna değinen Mater, bu durumun kırılmaya başladığını, yakın gelecekte bütün konularda konuşmayı isteyen bir yerden mücadeleyi sürdürmek istediklerini vurguladı.
1968’de feminizmin dünyada birçok ülkede yayıldığını, özellikle ABD’de kadınlar daha öne çıkmaya başladığını söyleyen Mater, feminizmin Türkiye’ye gelmesinin ne yazık ki çok zaman aldığını vurguladı. “Çünkü biz ancak memleket meseleleriyle uğraşıyorduk ve kadınların kurtuluşunu devrimin gerçekleşmesiyle mümkün görüyorduk” diyen Mater, art arda gelen darbelerden dolayı Türkiye’de feminist hareketin 1980’lerin ilk yarısında ancak filizlenmeye başladığına dikkat çekti.