Barış Aydın
“Ben tuzağım…”
Maurice Blanchot
“Ben dinamitim.”
Friedrich Nietzsche
Elias Canetti, İnsanın Taşrası’nda, yazının deneyimlediği uç(urum)ların okur’un salahiyeti için yazar tarafından “işaretlenen” yerler olduğundan söz eder. Bu yerlere gidebilecek denli gözükaralığın Canetti’nin “has yazar” tanımında önde gelecek bir özellik olduğu söylenebilir. Ya Canetti, o uçurumları bizzat yaratabilecek, deneyimleyecek ama bu patikanın tekinsizliğini okur için azaltmaktan, ayak izleri bırakmaktan imtina edecek bir yazar için ne söylerdi?
Blanchot’nun yokluklarının bir dökümünü yapmaya niyetlensek, onun münzeviliğinden mi, ender çevrilen kitaplarının yayın programlarındaki yokluklarından mı, varolanların yankılarının yokluklarından mı, yoksa yazarın kendisinin de tercih ettiği ölümden mi “başlamak” gerekir söze? Yoksa şimdi(lik) yokluk dediğimiz şey tam da Yazar’ın olanaklılık koşulu olan yadsımanın mı mekânıdır?
Metafizik Ara’ya yerleşmek
Yüceler Yücesi, İsmail Yerguz emeğiyle Türkçede. Ama açıktır ki Kitap okunacak birşey değildir: hiçbir yorum ya da telkin emeği olamaz. Bu nedenle kitap açıkça ölü olarak, ‘örgensel-olmayan’ gereç olarak sunulur. (Allan Stoekl; Alacakaranlık Çevresinde – Son’daki Kojeve) Blanchot bibliyografyasının şık bir mezarlığı andıran nesne-kitap evrenine iyi bir katkı olan Yüceler Yücesi çevirisi, aynı zamanda Blanchot’un metafizik boşluğunun bir negatif diyalektikle karıştırılmasını engelleyecek denli ayrıntılandırılmış bir edebi boşluktan söz ediyor. Bu boşluk, yazar tarafından içinde ikâmet etmek ve bu ikâmeti geçersizleştirmek için izlerle “doldurulmuş” kayıp bir uzamı andırıyor. Blanchot’un bu boşluğun inşasına genel olarak 1941 tarihli Karanlık Thomas’ta (Metis Yay., 2007) başladığını söylemek yerinde olacaktır. Eklemek gerekir ki, tamamlanmayacak bir inşadır bu; daha doğrusu, metafizik bir inşadır, burada yazı. Okur, bu inşaatta yaşamaya davet edilir ve davete icabeti üst üste reddedilir.
“… bir şey silinmek istiyordu.” (s. 108)
Bu “red” ahlaki olmasından önce, yazınsal bir Antigone tavrıdır aslında: Thomas karakterinin kuruluşundaki özyıkım hali de böyle bir kendini “red” içerir ve Ölüm Hükmü’nde dile getirilen ve Blanchot yazısının teknik karakteristiği hakkında ipucu veren “… düşünce ortaya çıkar çıkmaz onu sonuna dek izlemek gerekir” önermesinde görünür hale gelir. Thomas (kuşkusuz anonim bir Thomas’tan söz etmekteyiz) zaman zaman “durmayı”, zaman zaman ise “yürümeyi” reddeder. Onun tek edimi, red edimidir; adeta bu esnada “yürüyor” ya da “duruyor” gibi görünür. Boşluğu ve boşluğun varlığını sürekli reddetmesi yaşamsal herhangi bir hareket için ona bir ivme sağlar ve bu ivmeyle Thomas “ara”lar arasında dolaşır. Hem Karanlık Thomas’ta, hem Yüceler Yücesi’nde Thomas’ın edimlerine yön veren itici güç, yokluğun saptanmasıdır:
“Suyun olmadığını kesin olarak bilmesi, yüzmek için harcadığı çabaya bile lüzumsuz bir egzersiz niteliği veriyor ve bu da ona yılgınlıktan başka bir şey getirmiyordu.” (Karanlık Thomas – s. 1)
“Bu boşlukta soluğuma bir tür nefret duyuyordum, onu dışarı atıyor, itiyordum, tekrar çekmiyordum içime ve boşluğun kendisi soluk aldırıyordu bana; boğuluyordum ve boğulurken boşluk beni daha ağır, daha dolu, kendimden daha ezici bir tözle dolduruyordu.” (Yüceler Yücesi – s. 105)
Olmayan suyun yüzdürdüğü, boşluğun soluk aldırdığı Thomas’ın yazınsal kaderi de, tüm bu düşünceleri kendi diyalektik varoluşlarına kadar izlemek olacaktır. Elbette, ölüm düşüncesi de bu ters takipten payına düşeni alacaktır: Blanchot’un da, yaşama ölümle başlayan yazısının temelindeki edebi tekniğin bu olduğunu söylemek kısa bir kitap tanıtım yazısı için fazla mı olacaktır?
Blanchot’un “kurgusal eserlerinin dolayımsız açıklığı”na görece bir zirve oluşturabilecek Yüceler Yücesi, Kabalcı Yayınları’nın Çağdaş Fransız Düşüncesi başlığıyla özel bir formatta yayımladığı dizinin onuncu kitabı. Kitabın sayfalarını “açarken” yaşanan ilk deneyimin kitabın gövdesinde bıraktığı izlere benzer izlerin, okudukça okurun ruhunda da belirmeye başlayacağı bu dizi son zamanlarda yayımlanan en nitelikli dizilerden.