Yeşil sahaların kızıl futbolcusu




Türkiye futbol ligi geçtiğimiz sezon, yıllar sonra bir ilke daha sahne olmuştu. Trabzonspor’un yıllar önce kırdığı üç büyük hegomonyası Bursaspor’un şampiyonluk ipini göğüslemesiyle bir kez daha kırılmıştı. Geçmiş sezonun bir başka ilginçliği de yine Bursaspor’la, daha doğrusu Timsahlar’da top koşturan bir futbolcuyla ilgiliydi. İvan Ergiç’ten bahsediyoruz. Üç büyükler diye anılan klüplerdeki rakip ve taraftarlarının top tutuşu, sürüşü, şutları ya da topsuz oyundaki etkisiyle ve kendilerine attığı goller nedeniyle belki de öfkeyle andıkları İvan Ergiç’in ilginçliği ise Süper Ligin son şampiyonu Yeşil Bursa’nın “kızıl” futbolcusu olmasıydı. Hayatı, “Büyük paralar kazandığım doğru ama önemli olan o parayı nasıl harcadığım” diye yorumlayan, kariyeri boyunca bırakın kırmızıyı sadece 3 sarı kart gören, her futbolcunun hayalini süsleyen kırmızı spor arabalar yerine 2. el otomobil kullanan, “sistemin asalakları” olarak gördüğü menajerleri iş yaşamına sokmayan Marksist, filozof, devrimci, kitap kurdu gibi sıfatlarla anılan İvan Ergiç futbol sahalarının değil hayatın sol kanadından bir adam.

Frankfurt Okulu mezunu futbolcu

Bırakın futbol sahalarını, hayatın her alanında iki kelimeyi bir araya getiremeyenlerin çokça yer kapladığı bir dünyada kimilerinin bir anaokulu sandığı Frankfurt Okulu’ndan, Adorno’dan bahsedip Horkheimer’a göndermeler yapan Sartre, Camus, Heideger, Nietzsche okumaktan hiçbir zaman bıkmadığını anlatan felsefe meraklısı bir futbolcu. Ergiç’in saydıkları bir yana ilkokuldan sonra eline Cin Ali ayarında bile bir kitap almış Türkiyeli topçu var mıdır bilinmez. Ama memleketi Sırbıstan’ın en köklü gazetelerinden Politika’da endüstriyel futbol eleştirileri içeren yazılar da kaleme alan Ergiç, geçen Eylül ayındaki 5. Karaburun Bilim Kongresi’nde “Modern sporun felsefesi: Eleştirel bir yaklaşım” başlıklı bir sunum yapan bir düşün insanı aynı zamanda. Lafın kısası beynini ayaklarından daha çok çalıştıran ve futbol sahalarında ikisini birden kullanan nadir futbolculardan birisi.

Şovenizm nedeniyle milli takımı bıraktı

Geçtiğimiz sezon başında İsviçre’nin FC Basel takımından transfer edilen yıldız futbolcu, oldukça ilgi çekici bir geçmişe sahip. Şimdi Hırvatistan sınırlarında olan eski Yugoslavya’nın Sibenik kentinde 1981 yılında doğan Ergiç, futbola Belgrad’ın minik takımında başlar. Sırp olmasına karşın Yugoslavya’nın efsanevi lideri ve bağlantısızlar hareketi kurucusu Tito için, “Tito’nun yönetimi altında yaşamak mükemmel değildi. Ama geçici bir tarihsel dönem ya da bir sosyalizm deneyimi olarak tüm diğer Doğu Bloku ülkelerine göre daha iyiydi” diyen Ergiç Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde ailesiyle birlikte Avustralya’ya göç eder. Yeni vatanında da futbola devam ederek Institute of Sport ve Peth Glory takımlarında forma giyen Ergiç, 1999-2000 sezonunda da İtalyan devi Juventus tarafından keşfedilir. Parçalanmış ülkesinden kalkıp geldiği ikinci vatanından bu sefer de iş icabı diyerek İtalya’ya göç eder. Zaten “vatan, millet” sözleri şimdi olduğu gibi o zaman da çok kutsal anlamlar taşımaz kendisi için. Öyle ki Sırbistan milli takımı kariyerine sırf taraftarın aşırı milliyetçi ve şovenist tavırlarına tepki olarak son verir.

Futbolun aptallığı

Kariyerinin basamaklarını daha hızlı tırmanacağı yer olan Juventus’ta futbolun kirli yüzüyle daha çok karşılaştığını her röportajında dile getirmekten kaçınmaz: “Futbolda çok sayıda karanlık yan var ve sorun şu ki, eğer profesyonel bir futbolcuysan ve çok para kazanıyorsan, ağzını tutmak zorundasın ve eleştiri olanakların son derece sınırlı. Şöyle düşünülüyor: Sen bir profesyonelsin ve sahada elinden gelenin en iyisini yapmakla yetinmelisin. Eğer bunun ötesine geçip belirli şeyleri eleştirmeye başlarsan, bu durum, işverenin ve futbol düzeninin bütünü tarafından hoş karşılanmaz. Ne de olsa, karanlık yanların açığa çıkarılması ve gizli mekanizmaların kamuoyunun bilgisine sunulması onların çıkarlarına uygun düşmez. Futbolun aptallığının korunmasından çıkar sağlayanlar var.”

Arınmak için yazıyor, konuşuyor

Endüstriyel futbola yönelik eleştirileri ve bu sistemin dışında kalmaya çalışması nedeniyle “profesyonel olmamakla” eleştirenlere, “Beni, sektörün bir parçası olmama rağmen sektör hakkında fazla eleştirel konuşmakla suçlayanlar var. Ama kanımca, bu işlerin içinde olup da her şeyi ve bu arada profesyonel futbolun karanlık yanlarını tarif edebilecek daha iyi bir örnek bulunmuyor. Pek çok insanın, böylesine büyük bir sahnede hangi amaçlara hizmet etmek için yer aldıklarını kavrayamadıklarına inanıyorum. Bu da benim için gerçekten bir ayrıcalık. Kulislerin ardında yürütülen işlerin ne kadar gayri insani ve kirli olabildiğini görüyorum ve bu konuda konuşup yazmak bir anlamda arınmamı sağlıyor” karşılığını verir. Söylediklerinden mi yoksa klübün zengin kadrosundan mı bilinmez Juventus’ta resmi bir maça bile çıkamadan İsviçre’nin Basel takımına kiralık olarak verildiğinde şaşırmaz. Orada işini yapar, topunu oynar. Çünkü futbol, “Gerekirse 3üncü ligde de oynarım yeterki futboldan zevk alayım” dediği sadece zevk alınacak bir oyundur Ergiç için. “Futbol, acımasız bir sektör. Bense saftım. Olup bitenleri biliyordum, ama bunu hiçbir zaman benimsemedim. Benim açımdan, hilesiz bir şekilde mücadele etmek, başarıdan önemli. Bu, hiçbir zaman terk etmemek istediğim kişisel devrimci düşüncem” diye özetliği futbol kariyerinde şu ana dek bir tek kırmızı kart görmemiştir Ergiç.

Marksizmin futbol şubesi sorumlusu

Futbolun kirli yüzünü her daim açık etmeye çalışan İvan Ergiç, futbolun endüstrileşmesiyle gericiliğin, milliyetçiliğin, ırkçılığın, ötekine saygısızlığın da giderek yükseldiği bir alan haline gelen futbol sahalarında görmeye alışık olmadığımız bir futbolcu. Yazdıklarını, röportajlarında söylediklerini okuduğunda insana adeta “Marksizmin futbol şubesi sorumlusu”yla karşılaştığı hissini uyandırtan Ergiç’in, hayatına yön veren şahsiyetlerin başında adını andığı ilk isim Karl Marks. Alman Jungle World gazetesindeki röportajında, “Bu bir tesadüf değil. Babam eskiden Sosyalist Parti üyesi olan dogmatik olmayan bir Marksist. Bana her zaman enternasyonalizm ve sosyalizm gibi idealleri anlattı ve beni her şeyi sorgulamaya, hatta sorgulamacılığın kendisini bile sorgulamaya teşvik etti. Her şeyi sisteme bağlamak yerine bana insan olmayı öğretti. Dolayısıyla, Karl Marx’ı babamdan öğrendim. Ve Marx daha 150 yıl önce, kapitalizmin çelişkilerini görmüş ve paranın dünyaya zarar verdiğini anlamıştı. Para, futbola da zarar veriyor. Ben de konformist bir futbolcu olmak istemiyorum. Marx, kapitalizmin çok fazla çelişki barındırdığını, insanın özünün yok olduğunu, mutlak bir yabancılaşma yaşadığını yazmıştı. Ve bu konuda haklı.”

Futbol her şey değil

Futbol zevk alınması gereken, izleyenlere zevk vermesi gereken bir olgudur onun için. “Önce futbol vardı. Sonra taraftarlar, sonrada bunların etrafına tüm üst yapı kurulmuştur. Önemli olan futbol ve taraftarlar arasındaki bağı güçlendirmektir. Etrafındaki yapı ikinci plandadır” diyen Ergiç, UEFA, FİFA ve kimi zengin dünya kulüplerini Avrupa ve dünya şampiyonalarını aşırı endüstriyel bir formata soktukları için de eleştirip taraftarın gözünde bu turnuvalara katılamamayı dünyanın sonu gibi gösterilmesine karşı durur. Futbolun, görüntülerle ve yanılsamalarla yaşadığını belirtip futbolcuların toplumsal sorumluluklarının bulunduğunu da anımsatır: “Ben büyük futbol dünyası hakkında hayaller kuran çocukların gerçekte nelerin yaşandığını bilmesini, işlerin hiç de gösterildiği kadar hayal edilesi olmak zorunda olmadığının kavranmasını sağlamaya çalışıyorum. Kendi rolümü de buradan hareketle tarif ediyorum. Çok daha güzel ve insanı çok daha fazla mutlu edebilecek başka şeylerin de bulunduğunu anlatmak istiyorum. Futbol, her şey değil. Futbolu ben de seviyorum, ‘it’s a beautiful game’ (güzel bir oyun), onu seviyorum, ama her şey futboldan ibaret değil” diye anlatır.

Sahalarda aykırı bir tip

Ergiç’in endüstriyel futbol dünyasında bu denli hile hurdadan uzak ve sivri dilli olabilmeyi göze almasını kimileri bir dönem geçirdiği psikolojik rahatsızlığa bağlar. Halbuki kendisi ısrarla bunalımlarının sebepleri arasında, “Futbolun kirli tarafının, o dönemde hastalanmama yol açan nedenlerden biri olabileceğini düşünüyorum” diye mesleğini de sayar. Basel’de geçirdiği üçüncü sezon sırasında bir sakatlık sonrası ameliyatlık duruma gelen Ivan, ameliyatta kaptığı bir virus nedeniyle sakatlıktan kurtulamaz. Deyim yerindeyse bunalıma girer. Türkiye Futbol Federasyonu’nun Tam Saha dergisine verdiği bir röportajda o günlerini şöyle anlatır: “Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Gittiğim psikologlar kliniğe yatmamın benim için iyi olacağını söyledi. Bu benim için çok büyük bir olay değildi. Vücudumun herhangi bir yerindeki rahatsızlık gibi ruhsal yönden hastalığımı kabullendim. Dört ayı aşkın bir süre klinikte yattım. Orada kendimi dinleme şansı buldum. Hayatımı gözden geçirdim. Klinikten çıktığımda yenilenmiş bir Ivan’la yola devam ettim.”

Parası olmayan taraftara bilet

Psikolojik tedavi sonrası kendisinin de dediği gibi yenilenmiş Ivan, 2006 yılında tekrar takımının kaptanı olarak Basel’de futbola geri döner. Geçirdiği zor günlere inat kısa sürede eski formuna kavuşarak iki başarılı sezon daha geçirir İsviçre liginde. Teknik direktörüyle yaşadığı ideolojik sorunlar sebebiyle kaptanlık pazu bandını atsa da, bir trenle deplasmana gidip yagmur altinda kale arkasında birlikte maç izlediği taraftarının fahri kaptanıdır her zaman. 2007 yılında kaçan sampiyonluk sonrası stadda çıkan olaylar sonrası taraftarlar ve kulüp arasında arabulucuk yapan da odur. Ergiç’in taraftarlarıyla kurduğu bu sıcak ilişki Bursa’da da devam eder. 2 Kasım 2010’da takımının Manchester United’la oynanan Şampiyonlar Ligi karşılaşmasını izleyen 650 kişinin biletler, Ergiç tarafından alınmıştır.

“Artık para için oynamıyorum”

Ergiç’in kendisini Bursa’ya taşıyan öykü de en az kendisi kadar sıradışı. Hem hayata bakışı hem de etkili futboluyla 9 yıl boyunca hiçbir zaman Basel taraftarının gözünden düşmeyen Ergiç, futbolda birçok şeyi görmüş, yaşamış ve doymuş olan taraftarlarının coşku yoksunluğundan yeni bir heyecan arıyordu. Daha doğrusu başarıya, ilklere aç, coşkulu bir futbol taraftarı arıyordu kendine. Bir yandan da hala profesyonel bir sekilde futbol oynayıp oynamayacağı konusunda karar bile vermemişken 2009 yılında kendisine yapılan transfer tekliflerinden biri de Bursaspor’dan gelmişti. Bursaspor’un teklifini ilgiyle incelediğini röportajlarında dile getiren Ivan Ergiç sözleşme imzalamadan önce Bursa’ya gelip şehri ve yaşantısını hatta taraftarını tanımak ister. “Basel’de yeteri kadar para kazandım. Para için oynamayacaktım artık. Gelen teklifler arasında en ilginci Bursaspor’dandı. Önce şehre gelip, kültürünü görmek istedim. İnsanları, yaşayışlarını inceledim. Sonra imza attım. Farklı bir yer istiyordum. Basel’de her yıl UEFA ya da Şampiyonlar Ligi’nde mücadele ediyorduk. Artık sıkılmıştım ve yenilik istiyordum” der kendisini Bursasporlu yapan anlaşmadan sonra. “Basel’de Barcelona’ya karşı bir maç oynadık. Ama taraftar bunun farkında bile değildi. Sanki tiyatroda gibiydiler. Barcelona, Bursa’ya gelse heyecanı düşünemiyorum” diye de neden Bursa’ya geldiğini anlatır. Bursa taraftarını heyecanlandıracağını düşündüğü Barcelona’nın Basel’le yaptığı bir maç sonrasında Barcelonalıların rakip futbolcularla forma değistirmek istememesi üzerine, “Tüm bu görsel şovun içinde futbolcular tanrı yerine konulursa olacağı budur. Kendilerini tanrı sanırlar” diyerek yapar eleştirisini.

Futbol çağdaş Makyavelizm

Erkeksiliğin ve maçoluğun yeniden üretildiği bir alan olarak tanımladığı futbolda yaşanan ticarileşmeyi “Bir tür çağdaş Makyavelizm” olarak değerlendiren İvan Ergiç sahada kazanmak için her şeyi yapar ama bunu her zaman için oyunun kuralları içinde yapar. Çünkü “Bu benim kişisel devrimci düşüncem” dediği futbol felsefesini, “Hilesiz şekilde mücadele etmek, başarıdan önemli” diye tarif eder. Bu yüzden kimi zaman kendi lehine çalınan haksız faul düdükleri konusunda hakemi uyardığı da görülür. Bu yazıda çok abarttıysak elbette ki haklı bir nedenimiz var. Çünkü yeşil sahalarda “akıllı komünist” zor bulunur. Elbette Ergiç ne bir filozof ne de asıl işi bu. İçinde bulunduğu ama ait olmadığı, paraya endeksli bir sistemde futbol, insanlar ve hayat hakkında bu kadar kafa yoran ve bunları dile getiren bir adam. O yüzden son söz de Karaburun’da yaptığı sunumun bir bölümüyle ona ait: “Eskiden ‘Amerikan rüyası’ zeka, yaratıcılık, önsezi, kişisel gelişim ve liderlik özelliğiyle başarıya uzanma teorisiyken, bugünkü ‘futbol rüyası’ ya da en tepedeki futbolcu olma rüyası, akılsız, eğitimsiz, yaratıcılık taşımaksızın, oyunun kurallarına uyarak paraya ve başarıya ulaşabileceğini telkin eden ve elbette sınıf ayrımını kamufle eden kodlanmış bir mesajdan başka bir şey değil…”